Haftanın günlerini öğrenebilecek mi?”, “Mars’ta yaÅŸam üzerine konuÅŸabiliyor, ama 2 ile 2’yi neden toplayamıyor?”, “Niye okulda iyi deÄŸil?”, “dede”yi neden “bebe” diye okuyor?”, ” b ve d harfleri arasındaki farkı göremiyor mu?”, “Anlamını bildiÄŸi bu kelimeleri neden okuyamıyor?” “Neden aklı kadar baÅŸaramıyor?”, “Dört farklı aritmetik probleminin hepsine birden neden aynı cevabı veriyor?”, “Çok iyi bir çocuk, çok çalışıyor ama neden yapamıyor?”, “Her yıl aynı noktada, sanki yalnızca yaşı büyüyor”. Anne babalarda bu soruları uyandıran çocuk kimdir? Onlar okulda baÅŸarısız, ama zeki çocuklardır. Bu çocuklar “çini”yi “için” diye okurlar. 41’i 14 yazarlar, p’yi
d, d’yi b yazarlar ve bir kelimeyi oluşturan harflerin sırasını hatırlayamazlar. Ödevlerini tahtadan alamazlar, kaybederler, kitaplarının yerini unuturlar, eşyalarını kaybederler, içinde bulundukları yılı, günü ve mevsimi ayırt edemezler. Kahvaltıya öğle yemeği diyebilirler; dün, bugün ve yarını karıştırabilirler. Gördüklerini hatırlayamazlar ya da zihinlerinde canlandıramazlar. Bu çocuklar sınıfta öğrenemezler. Bu çocuklar, bir cümle ya da fikrin ortasından başlayabilirler ya da bir cümlenin ortasında durabilirler. Bazı durumlarda toplama, çarpma yapabilirler; ama çıkartma ya da bölme yapamazlar. Kimi zamanda matematiği yalnızca zihinden yapabilirler, ama yazamazlar. Kelimeleri yüksek sesle okurken harfleri ve heceleri atlayabilirler ya da ekleyebilirler.
ALTI YAÅžINA GELEN tüm normal çocuklar artık bir eÄŸitim alabilecek zihinsel geliÅŸim düzeyine gelirler. Okula giderler ve ilk öğrendikleri ÅŸey okumaktır. Öğrenme bozukluÄŸu adı verilen sorunu yaÅŸayan çocuklarda ise bu hazırlık henüz tamamlanmamıştır. Öğrenmeye yardım eden zihinsel organizasyon bazı bakımlardan yeterli deÄŸildir. Okuyamazlar, yazamazlar, matematikte zorluklar yaÅŸayabilirler; ancak zekâ düzeylerinde bir sorun yoktur. Bu çocuklar, özellikle öğrenme bozukluÄŸunun tanınmadığı toplumlarda okulda ve ailelerinde “anlaşılamama” sorunu yaÅŸarlar. Okuyamadıkları ya da yazamadıkları için zekâ düzeylerinden kuÅŸku duyulur. Aileler paniÄŸe kapılır, öğretmen öğretememenin sıkıntısını duyar ve giderek büyüyen bir sorunlar yumağıyla çoÄŸunlukla herkes çocuÄŸa yüklenir durur. Tabii bu yüklenme biraz boÅŸadır, çünkü çocuÄŸun bu farklı durumuna iliÅŸkin pek bir ÅŸey bilinmiyordur. Yalnızca öğretmek vardır. Bu tablonun sergilendiÄŸi bir çocuk için bir doktor “nörolojik bir olgunlaÅŸmamışlık” ya da “minimal beyin disfonksiyonu”; bir eÄŸitimci “öğrenme bozukluÄŸu” adlandırmalarını kullanır.
Öğrenme bozukluÄŸunun son yıllarda en çok kabul gören tanımı 1988 yılında ABD Ulusal Öğrenme BozukluÄŸu BirleÅŸik Komitesi (NJCLD) tarafından yapılmıştır. Bu tanıma göre, “Öğrenme bozukluÄŸu genel bir terimdir ve dinleme, konuÅŸma, okuma, yazma, akıl yürütme ile matematik yeteneklerin kazanılmasında ve kullanılmasında önemli güçlüklerle kendini gösteren heterojen bir bozukluk grubudur”. Bu bozuklukların bireyin yapısıyla ilgili olduÄŸu ve merkezi sinir sistemindeki iÅŸleyiÅŸ bozukluÄŸuna baÄŸlı olduÄŸu varsayılıyor. Ayrıca kendini idare etme, sosyal algılama ve sosyal etkileÅŸim sorunları da birlikte görülebilir. Bu tanım, sorunun yaÅŸla birlikte düzelmediÄŸini ve öğrenme bozuklukları ile öğrenme sorunlarının farklı olduÄŸunu vurgulamaktadır. Öğrenme bozukluÄŸu, genel kapsamlı bir terim; çünkü, çok sayıda sorunu içeriyor. ÖrneÄŸin, okuma sorunları için disleksi (dyslexia), yazı sorunları için disgrafi (disgraphia), matematik sorunları için diskalkuli (dyscalculia) terimleri kullanılıyor ve öğrenme bozukluÄŸu bu sorunların tümünü içeriyor. Öğrenme sorunlarından diÄŸer bir grup da hiperaktivite ve dikkat eksikliÄŸi bozukluÄŸu gibi terimlerle adlandırılıyorlar.
Öğrenme bozukluÄŸunun ortaya çıkmasının tek bir nedeni yok. DoÄŸum öncesi (yetersiz beslenme, annenin geçirdiÄŸi enfeksiyonlar, ilaç kullanma…), doÄŸum sırasında (uzun ve zor doÄŸum, plasenta ve göbek kordonu anomalileri…), doÄŸum sonrası (doÄŸumdan sonra nefes alana kadar geçen sürenin uzunluÄŸu, erken yaÅŸta ateÅŸli hastalık, baÅŸa hızlı darbe…) ve kalıtsal (ailelerde öğrenme bozukluÄŸu olan baÅŸka kiÅŸilerin de olması) etmenlere baÄŸlı olarak ortaya çıkabilir. Öğrenme bozukluÄŸunun ortaya çıkma nedeni ne olursa olsun, önemli olan ailelerin ve eÄŸitimcilerin sorunun varlığını kabul edip çözüme yönelmesidir. Bu çocukların aileleri doÄŸal olarak diÄŸer anne babalara göre farklı duygular yaÅŸarlar. Kimisi sorunun nedenini dışarıda görür ve çözümü, okul-öğretmen gibi dış etmenleri deÄŸiÅŸtirmekte arar. Kimisi suçluluk duyar, kızgınlık hisseder. EndiÅŸe veren bu durum, anne babaları depresyona kadar sürükler. Tüm bunlar, aslında sorunun varlığını kabul edememeyle ilgili tepkilerdir. Çocuk ve anne baba açısından en olumlu yaklaşım, anne babanın sorunun varlığını kabul ederek, çocuÄŸa yardım yoluna geçebilmesidir. En uygun ve yeterli yardımın verilebilmesi ÅŸansı “Evet, benim çocuÄŸumda öğrenme bozukluÄŸu var.” diyebilmeyi yürekten baÅŸarmayla artar.
Öğrenme bozukluÄŸu olan çocuk neler hisseder, neler yaÅŸar? “Hiçbir ÅŸeyi doÄŸru yapamıyorum.”, “Ben yeterince iyi deÄŸilim.”, “Ben aptalım.”, “Ben geri zekâlıyım.”, “Kimse beni sevmiyor.” gibi duygu ve düşünceler öğrenme bozukluÄŸu olan ve psikolojik destek almayan çocukların hissettiklerinden yalnızca bir kısmı. Bu cümlelerden de anlaşılacağı gibi öğrenme bozukluÄŸu nedeniyle yaÅŸantısının ona sunduÄŸu deneyimler, onun kendine iliÅŸkin olumsuz düşünceler geliÅŸtirmesine yol açar. Çünkü, ailesi ya da öğretmeni çoÄŸunlukla yalnızca olumsuz yönleriyle ilgilenir; olumlu yönleriyle ilgilenen pek olmadığından kendini sevmemesine ve kabul etmemesine yol açan duygu ve düşüncelere sahip olur. Kendi dünyasını hep yanlışlardan (yanlış yazan, yanlış okuyan, yanlış hesaplayan) oluÅŸan bir dünya olarak algılar ve sonuçta kendini “yanlış” bulur hale gelir.
“Benim neyim var?” sorusunu çok sık sorar. Bu noktada özellikle anne baba ve öğretmenin çocukla etkili bir iletiÅŸim içinde olması çok önemlidir. Duyulmaya ve anlaşılmaya çok gereksinimi vardır. Gerçekte zeki olduÄŸunu, ama öğrenmek için diÄŸerlerine göre daha çok zaman harcaması gerektiÄŸini ve yavaÅŸ da olsa bir gün mutlaka yapacağını bilmeye çok gereksinimi vardır. Benlik algısının güçlenmesi için kendiyle ilgili olumlu mesajlara da çok gereksinim duyar. ÇoÄŸunlukla diÄŸerlerinin beklentilerini karşılayamadığı için kızgındır. Kendine kızgındır. Geç olgunlaÅŸtığı için bağımsız bir birey olmak adına kazanacağı becerileri daha geç kazanır. Toplu taşım araçlarını kullanmak, para hesabı yapmak, basit yemekler piÅŸirmek, saati anlamak, masa hazırlamak, yatak toplamak, telefon kullanmak gibi iÅŸleri kendi başına baÅŸarmayı öğrenmek ona iyi gelir. Çünkü, bağımsızlığa geçiÅŸte bu becerileri kazanmış olmak oldukça önemlidir.
Akıllıyım, Yaratıcıyım, Disleksiliyim
En sık rastlanan öğrenme bozukluklarından olan disleksi ile ilgili ilk bulgular, 1896 yılında bir İngiliz doktor olan W. Pringle Morgan tarafından elde edildi ve British Medical Journal’da yayınlandı. Morgan makalesinde 14 yaşında olan Percy adındaki erkek çocuğunun her zaman akıllı ve zeki bir tutum içinde olduğunu, yaşıtlarıyla kıyaslandığında oyunlarda hızlı olduğunu ve arkadaşlarından geride kalan hiçbir yönü olmadığını, ancak okuyamadığını belirtiyordu. Bu dönemlerde disleksinin görme sistemiyle ilgili olduğu düşünülüyordu. Çünkü, disleksinin en belirgin özelliklerinden biri harflerin ve kelimelerin karıştırılması ve tersten algılanmasıydı. Bu bakış açısından yola çıkan bir düşünceyle disleksiyle baş etmek için göz eğitimleri yaptırılıyordu. Daha sonra yapılan çalışmalar ise disleksinin görmeyle ilgili bir bozukluk olmayıp dil sistemiyle ilgili bir bozukluk olduğunu ortaya koydu. Bugün göz eğitiminin disleksiyle yaşamayı kolaylaştırmadığı da artık kesinlikle kabul gören bir gerçek. Bugünkü bilgilerin ışığında, disleksi, fonem adı verilen dil birimlerinin birbirinden farklılıklarının ayırt edilmesi sırasında ortaya çıkan bir bozukluk.
Disleksi, genellikle çocukluk döneminde, okumaya baÅŸlama aÅŸamasında fark ediliyor. Bir hastalık deÄŸil, ama okumayla ilgili zihinsel süreçlere iliÅŸkin bir farklılık. BozukluÄŸun bilim adamlarına en çok zorluk çıkaran yönlerinden biri de bu özelliÄŸi taşıyan çocukların hiçbirinin birbiriyle tam bir benzerlik içinde olmaması. Bu bozukluÄŸu taşıyanların en belirgin özelliÄŸi aynı yaÅŸ ve zekâ düzeyindeki diÄŸer çocuklara kıyasla okuma düzeylerinin daha düşük olması. Okuma düzeyinin düşüklüğü örneÄŸin, ilkokul dördüncü sınıftaki bir çocuÄŸun okuma düzeyinin ikinci sınıftaki bir çocuÄŸunki gibi olması anlamına geliyor. Bu durumdaki bir çocuk “okumada iki yıl geride” olarak adlandırılıyor. Böyle bir çocuÄŸun okuma düzeyinin düşük olmasının nedeni her durumda disleksi olmayabiliyor. Disleksi olmayıp okuma sorunları yaÅŸayan çocukların olduÄŸu da unutulmaması gereken bir konu. Okumayı sınıf düzeylerine göre deÄŸerlendirmek bazı yönlerden yeterli olabilir; ancak yanıltıcı da olabilir. İlkokul dördüncü sınıftayken iki yıl geride olan bir çocuk, lise ikinci sınıfta olup, iki yıl geride olan bir çocuÄŸa göre büyük zorluklar içindedir. İlkokul dördüncü sınıftaki çocuk ilk sınıflarda öğretilen okuma becerilerinin az bir kısmını öğrenebilmiÅŸtir; ancak bu ölçüye göre lise ikinci sınıftaki öğrenci aradaki 3 yıllık zaman içinde iyi bir okuyucu olmak için gereken becerilerin % 80’ini kazanmış olur.
Samuel T. Orton, disleksi üzerinde ilk çalışan nörologlardan biri olup, 1920’lerde disleksinin sık karşılaşılan özelliklerini şöyle belirlemişti:
* Yazılı kelimeleri öğrenme ve hatırlamada zorluk.
* b ve d, p ve q harflerini, 6 ve 9 gibi sayıları ters algılama; kelimelerdeki harfleri ya da sayıları karışık algılama, ne’yi en; 3’ü E; 12’yi 21 olarak algılamak gibi.
* Okurken kelime atlamak.
* Hecelerin seslerini karıştırmak ya da sessiz harflerin yerini değiştirmek, sıklıkla yazım hatası yapmak.
* Yazı yazmada zorluk.
* GecikmiÅŸ ya da yetersiz konuÅŸma.
* Konuşurken anlama en uygun kelimeyi seçmede zorluk.
* Yön (yukarı, aşağı gibi) ve zaman (önce, sonra, dün, yarın gibi) kavramları konusunda sorunlar.
* Elleri kullanmada hantallık ve beceriksizlik; okunamayan el yazısı.
Disleksili çocukların çoğunda bu sorunların birkaç tanesi var; ancak bunlardan yalnızca bir tanesinin var olması bile çocuğun özel eğitim gereksinimi duymasına yeterli. Bir de disleksiyle ilgili yanlış kanılar var. Ayna yazısı adı verilen yazıyı tersten yazma,
harf ya da kelimelerin yerini değiştirme durumunun yalnızca disleksililerde görüldüğü görüşü bunlardan biri. Oysa, yazmayı yeni öğrenen her çocukta ayna yazısı yazma durumu ortaya çıkabiliyor. Ayna yazısı, yazmayla ilgili acemilik döneminin olağan görüntülerinden biri; ancak acemilik döneminden sonra da sürerse, disleksiden şüphelenilmesi gerekiyor. Disleksililer kelimeleri kopyalarken değil, adlandırırken zorluk çekiyorlar. Disleksinin yaş ilerledikçe geçtiği düşüncesi de artık kabul görmüyor. Bozukluk yetişkinlikte de sürüyor. Disleksililerin çoğu yetişkinliklerine kadar okumayı öğrenmiş oluyorlar, ancak yavaş okuyorlar. Disleksiyle ilgili yanlış kanıların en önemlilerinden biri de bu bozukluğun zekâ düzeyi yüksek olanlarda görülemeyeceğine ilişkin olanı. Oysa, disleksililer zekâ düzeyleri düşük olmadığı gibi özel yetenekli de olabiliyorlar. Buna en önemli kanıt, disleksili olduğu bilinen bilim adamları ve sanatçılar: Albert Einstein, William Butler Yeats, George Patton, Harry Belafonte, Leonardo da Vinci, Auguste Rodin ve Cher gibi.
Yukarıdaki bulguların da ortaya koyduÄŸu gibi disleksi bir hastalık deÄŸil. Disleksililer de toplumların ilgilenip destek vermesi gereken “farklı”lardan. Onları kelime dünyalarında zorlukları olan bireyler olarak görmek gerekiyor. Günlük yaÅŸamda dile ve kelimelere dayalı bir kültür söz konusu. Böyle bir kültür içinde yaÅŸam disleksililere birçok güçlük sunuyor. Adres yazmak ya da tren tarifesi okumak onlar için çok zor oluyor. Günümüzde toplumlardaki bilgi paylaşımı giderek daha dile dayalı hale geldiÄŸi için disleksililere destek vermenin önemi de artıyor.
Beyin üzerinde yapılan çalışmalar normal bireylerde sağ beyin yarımküresinin sol beyin yarımküresine göre daha küçük, disleksililerde ise eşit büyüklükte ya da sol beyin yarımküresinin daha küçük olduğunu ortaya koyuyor. Disleksililerin sol beyin yarımküresindeki farklılıkların bu bozukluğun nedeni olduğu düşünülüyor. 1978 ve öncesine kadar bu alanda birbirine çok ters düşen düşünceler vardı. Disleksililere sanat eğitimi vermemek gerektiği, çünkü sağ beyin yarımküresinin daha da gelişeceği ve sol beyin yarım küresinin daha zayıf kalacağı gibi. Bu düşünce de artık terk edildi. Davranış bozukluklarıyla disleksililere özgü dil bozuklukları arasında da özel bir ilişki olmadığı belirlenmiş. Davranış bozukluklarının olma sıklığı normal insanlarda ne kadarsa, disleksililerde de o kadar. Bu çocuklarda yaratıcılığın oldukça yüksek olduğu da belirlenmiş.
Disleksililerde, dikkat eksikliği ve hiperaktivite gibi diğer sorunlar da olabiliyor, ancak koşul değil. Disleksi bir lanet (!) değil de, bir takdir gibi yaşandığında, diğer insanların okuma düzeyini yakalamak ve yetenek sahibi olduğu diğer özelliklerini de ortaya koyabilmek şansı doğuyor. Disleksinin tanınmadığı aile ve okul ortamlarında yetişen çocuklarda okuyamamak ve varsa diğer öğrenme bozukluklarını da yaşamak yüzünden güven kaybı oluyor ve bu temel güvensizlik duygusu yaşamın her alanına yansıyor. Başarılı oldukları kabul edilen disleksililerin özgüven sahibi oldukları, benlik algılarının olumlu olduğu, kim olduklarının ve nasıl düşündüklerinin farkında oldukları da belirlenmiş. Fikirlerinin ve yaklaşımlarının genelden değişik olduğunu fark ettiklerinde zihinsel becerilerinin yetersiz olduğu düşüncesinden vazgeçip, yaratıcılıklarını yaşamlarında kullanma yönünde güdülendikleri de ortaya konmuş.
Okuma Nasıl Gerçekleşiyor?
Disleksinin fonemleri birbirinden ayırt etmeyle ilgili bir bozukluk olduğunun kabul edilmesi ve bunu açıklayan modeller, zekâ düzeyi yüksek bazı insanların okumayı öğrenmede ve dille ilişkili bazı işleri yapmada neden zorluk çektiklerini de açıklayabiliyor. Son 20 yıl içinde, disleksinin fonolojik (sese ilişkin) süreçlerle ilgili olduğu model kabul görüyor. Fonolojik model, disleksinin klinik belirtileriyle ve nörologların beynin fonksiyonu ve organizasyonuna ilişkin bulgularıyla da tutarlı görünüyor. Fonolojik modelin nasıl olduğunu anlamak için önce dilin beyinde nasıl bir süreçten geçtiğini bilmek gerekiyor. Araştırmacılar, dil sistemini her biri dilin belirli bir yönüyle ilgili olan bileşenlerin aşamalı dizilişi olarak kavramsallaştırıyor. Bu aşamalı dizilişin en alt basamağında bir dilin içerdiği ayırt edici ses parçacıklarını (fonemleri) süreçten geçiren fonolojik modüller var. Linguistik sistemin temel öğesi de fonemler. Kelimelerin tanınması, anlaşılması ve hafızada depolanması ya da gramer açısından incelenmesi için beynin fonolojik modülü tarafından fonetik birimlerine ayrılması gerekiyor. Bu süreç konuşma dilinde otomatik olarak gerçekleşiyor.
Okuma, konuÅŸma dilini yansıtıyor, ancak dil psikoloÄŸu Alvin M. Liberman’ın belirttiÄŸi gibi okuma kazanılması daha zor olan bir beceri. Liberman, konuÅŸma ve okumanın her ikisinin de fonolojik süreçlerle ilgili olduÄŸunu, ama aralarında önemli bir fark olduÄŸunu belirtiyor. Bunu “KonuÅŸma doÄŸal, okuma deÄŸil. Okuma bir buluÅŸ olduÄŸundan, bilinç düzeyinde öğrenilmesi gerekiyor.” diye ifade ediyor. Okuyan kiÅŸinin görsel alfabetik yazıyı dille ilgili kavramlara çevirmesi gerekiyor. Bu da harfleri (grafemleri) ilgili fonemlere çevirmek anlamına geliyor. Bunun için, okumaya yeni baÅŸlayan birinin konuÅŸma sırasında kullanılan kelimelerin fonolojik yapısının farkında olması gerekiyor. Bundan sonra ise, bu fonolojiyi temsil eden harflerin kâğıttaki diziliÅŸini (ortografi) anlaması gerekiyor. Bir çocuk okumaya baÅŸlarken olan ÅŸey bu; ancak disleksili bir çocukta, dil sisteminde fonolojik modül düzeyindeki bir eksiklik, yazılı bir kelimenin fonolojik bileÅŸenlerine parçalanmasına engel oluyor ve yazı bütününün anlaşılmasını önlüyor. Kavrama ve anlamlandırma ile ilgili süreçler bu iÅŸe dahil deÄŸil, çünkü bunlar ancak kelime tanındıktan sonra devreye giriyor. Fonolojik modül eksikliÄŸinin etkisi en açık okuma sırasında ortaya çıkıyor, ancak bazı durumlarda konuÅŸmayı da engelliyor. Disleksililerin çoÄŸu için okumak son derecede zor ve çok büyük enerji gerektiren bir iÅŸlem.
fMRI (fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme) ile beyin üzerinde yapılan çalışmalar, harflerin tanınmasının (occipital lob’daki extrastriate cortex’te), fonolojik süreçlerin (inferior frontal gyrus’te), anlama geçişin (orta ve superior temporal gyri’de) beynin farklı bölümlerinde gerçekleştiğini ortaya koyuyor. Okumak için gereken fonolojik süreçlerin gerçekleştiği yerler kadınlar ve erkekler arasında da farklılık gösteriyor. Fonolojik model ve deneyler ezberlemenin ve ezberlenenlerin geri çağrılmasının disleksililer için çok güç olduğunu ortaya koyuyor.
Umut Veren Çalışma
Disleksiyle baş edebilmek için özel eğitim desteği gerekiyor. Bugüne kadar disleksililerin eğitiminde kullanılan klasik yöntemlerin yetersiz kaldığını düşünen San Francisco’daki California Üniversitesi’nden Michael M. Merzenich ve William M. Jenkins ile New York’taki Rutgers Üniversitesi’nden Paula Tallal, dil öğrenme bozukluklarını tedavi etmek amacıyla bilgisayar oyunları geliştirdiler ve Ocak ayının Science dergisinde geleceğe dönük umut veren bu çalışmalarını yayımladılar. Bazı araştırmacılar bu yeni tedavi yönteminin çocuklarda olduğu kadar yetişkinlerde de disleksiyle baş edebilmeye yardım edeceğini düşünüyorlar. Bu araştırmacılar, fonemleri bazı süreçlerden geçiren bilgisayara dayalı bir teknik oluşturarak bilgisayar oyunları geliştirdiler. Bu çalışmada kelimeleri oluşturan hecelerin % 50 oranında uzatılarak söylendiği ve sessiz harflerin düzeyinin yükseltildiği bilgisayar oyunları ürettiler. Bilgisayar oyunlarında düşsel yaratıklar, çan ve ıslık sesleri ile ödül niteliğinde uygulamalar da var. Bir monitörün karşısına kulaklıklarla oturan çocuk da, ba, ta, ka gibi birbirine benzeyen hecelerin seslerini duyuyor. Çocuğun oyunu kazanabilmesi için zevkli, dikkat çekici görüntülere eşlik eden seslerin şaşırtıcı parçalarını birbirinden ayırması gerekiyor. Doğru cevap verdiğinde ise ödül alıyor. Duyduğu sesleri doğru ayırt edince uçan inekleri yakalayabiliyor, sirk akrobatlarının ipe tırmanmasını sağlıyor ve palyaçoları su kovalarına düşürebiliyor. Başında kolay olan oyun, giderek zorlaşıyor. Araştırmacılar hazırladıkları bu oyunları zekâları en az ortalama düzeyde olan, işitme sorunu olmayan, ancak fonemleri birbirinden ayırt etmede sıklıkla güçlük çeken çocuklar üzerinde denediler. Dört haftalık bir süre içinde, çocukların neredeyse tümünün kayıp yıllarını tamamlayabildiğini belirten araştırmacılar, bu tedavi yönteminin bütün disleksililere hitap edip edemeyeceği konusunda henüz bir çalışma yapmadıklarını söylüyor. Oyunların amacı heceleri anlaşılabilir hale getirmek.
Gelelim Yapabileceklerimize
Öğrenme bozukluğuyla ilgili sorunların görülme sıklığı % 8-10 arasındadır. 40-50 kişilik bir sınıfta 3-4 çocukta öğrenme bozukluğu sorunlarının olduğu düşünülebilir. Bu oran oldukça düşündürücüdür, çünkü bu kadar çocuk, bugünkü eğitim sistemine göre, gözden çıkarılmış görülmektedir. Bu çocuklar bazen yok olup gitmekte, bazen de okulda başarısız, yaramaz, aşırı hareketli ve dikkatsiz olarak adlandırılan özellikleri nedeniyle uzmanlara götürülmektedir. Uzmanlara götürülenler biraz daha şanslı, ama onlara gereken özel eğitim merkezleri henüz Türkiye’de bulunmuyor. Gelişmiş ülkelerde öğrenme bozukluğunun daha okulöncesi dönemde belirlenebilmesine yönelik çalışmalar yürütülürken, Türkiye’de pek çok kimsenin öğrenme bozukluğunun bir sorun olduğunu anlamaya yetecek ölçüde bile bilgisi yoktur. Sorun genellikle okula başlandığında fark edilmektedir. Ancak, sorunun eğitimciler ve anne babalar tarafından yeterince tanınmaması nedeniyle çocuklar bazen okuma yazma becerisini ilkokul birinci sınıf düzeyinde bile kazanamadan ilkokul beşinci sınıfa kadar ilerleyebilmektedir. Fark edildiği durumlarda da çocuğun okuldan alınması ya da alt özel sınıfa verilmesi gibi yaklaşımlar da olabilmektedir. Ayrıca, bu çocuklara % 6,6 kadar düşük oranda doğru tanı konulduğu gereksiz ilaç kullanımı ve yanlış yönlendirmelerin de yapıldığı belirlenmiştir. Konuyla ilgili tanı-terminoloji karmaşası nedeniyle tanı konmadan önce oldukça uzun ve incelikli uygulamalar yapmak gerekmektedir. Konunun en önemli yönü ise öğrenme bozukluğu tanısı konmuş çocuklara yaşadıkları sorunlar doğrultusunda eğitim programlarının hazırlanmasıdır.
Sonuç olarak, önemli olan insan kalitesidir. Bireylerin kendileri hakkında olumlu düşüncelere sahip olması gereklidir. Herkes birbirinden farklıdır. Kimisi trigonometriyi iyi bilir, kimisi bilmez. Kimisi atletiktir, kimi değildir. Kimisinin yazısı iyidir, kimisinin kötüdür. Toplum içinde ilişki kurduğumuz insanların yazısının iyi ya da kötü olması ilişkilerde pek bir şeyleri değiştirmemelidir. Önemli olan güzel anlarda yüreğiyle gülebilen, çevresine sevgi ve dostluk verebilen, güvenilir olan ve insanlarla olumlu etkileşimler kurabilen bireyler olabilmektedir. İyi arkadaş, iyi eş, iyi anne baba olmak için gereken bu özellikleri öğrenme bozukluğu olan çocuklar da taşıyabilirler ve topluma üretken bir biçimde katkıda bulunabilirler. Öğrenme bozukluğu olan çocukların anne babalarından, eğitimcilerden ve yetkililerden daha çok destek görmesi dileğiyle.
Kaynak : Genetik Bilimi
benim 12 yaşında oğlum var ve disleksi ve okuma zorluğuvar.disleksi ile ilgili bilgisayar oyunları olduğunu öğrendim.çok araştırdım internet ve dergilerden ama bu konuda yeterli bilgi alamadım.bu oyunları nasıl temin edebileceğim konusunda bana yardımcı olursanız sevinirim.şimdiden teşekkür ederim.
Merhabalar,
Benim oğlum bu sene 1.sınıfa başladı.Okumada sorun yaşıyoruz,yukarıdaki belirtilern çoğu var.Bahsettiğiniz bilgisayar oyunlarını nereden temin edebiliriz.İlginiz için teşekkürler.
Merhaba, ben öğrenme bozukluğu teşhisi konmuş bir kız çocuğu babasıyım.Kızım okula başladığı günden beri bu sorunla uğraşıyoruz .Tabiki çocuğumuzu çeşitli merkezler götürdük ancak herhangi bir fayda göremedik hatta kullandığımız bazı ilaçlar çocuğun içe kapanmasına korkmaya başlamasına sebep oldu Dr. kontrolünde ilaç tekrar kesildi.Tabiki konuyu sürekli internet ,dergi elimize ne geçerse araştırmaya çalışıyoruz.Sizin sitenize girince yorum köşesini gördüm.Sizden Amerikada geliştirilen bilgisayar programı hakkında bilgi almak nistiyorum.Bize bu konuda bilgi verirseniz yada nereyle irtibata geçeceğimiz konusunda bizi yönlendiriseniz çok mutlu oluruz.En önemlisi bu programı Türkiye de uygulayan bir merkez var mı?Bilgi ve bu konuda yardımlarınız için şimdiden teşkkürler.
Merhaba,
ÇocuÄŸumuz için düşündüğümüz, farkında olduÄŸumuz ve eÅŸimle birlikte konu üzerinde tartıştığımız fakat adını koyamadığımız sorunumuzu “disleksi” içerikli yazınızı okuyarak kesinleÅŸtirdik. Aydınlatıcı yazınız için teÅŸekkür ederiz.
Çocuğumuzun zekası bizi şaşırtacak kadar üstün. Mükemmel bir hafızaya ve olaylara saniyelik yorum yapabilme, fikir üretebilme yeteneğine sahip. Haziran 2002 doğumlu olup şuan ilkokul 1. sınıfa gitmekte. Okumada güçlük çekmesi, anlamaması ve sınıftaki arkadaşlarından geri kalması bizi son derece şaşırttı. Okula erken gönderdiğimizi bile düşünmekteyiz.
Çocuğumuzun kendine güvenmesi için ve bu durumdan olumsuz yönde etkilenmemesi için elimizden geleni yapacağız. Bize tavsiyelerinizle yardımcı olabilir misiniz?
Teşekkürler.